15 Ocak 2009 Perşembe

Rasim Ozan Kütahyalı Röportajı


Taraf Gazetesi bir yandan övgü bir yandan da tehditler alarak yoluna devam ediyor. Maddi zorluklar yaşasa da yazarlarıyla kararlı bir mücadele sürdüren farklı çizgideki bir çok şekilde nitelendirilmiş (sorosçu,fethullahçı vs.) gazetenin genç ve tanınmış bir yazarıyla, Rasim Ozan Kütahyalı’yla bir sohbet gerçekleştirdik. Sol-Kemalist kökenli bir aileden olduğu bilinen ve kendisini de liberal ideolojik yelpazede tanımlayan yazarla Kürtler’den Ermeniler’den Dindarlar’dan Liberaller’den TSK’dan ; kısacası akla gelen her kafa yorucu konudan konuştuk.

1- Taraf ile başlayalım, sizin için Taraf ne ifade ediyor? Bir köşe yazarı olarak Taraf, durduğunuz yerden mi bakıyor olaylara yoksa herhangi bir gazeteci işveren ilişkiniz mi var?

Tamemen durduğum yerden bakan bir gazete.Gerçekten benim gazetem.Taraf’ın ayakta kalması Türkiye’nin ayakta kalmasıdır benim nazarımda
2- Deniz Gezmiş’le ilgili görüşleriniz çok tartışıldı. 68 Kuşağı’na nereden bakıyorsunuz ve Türk 68′ini evrenin o dönemki durumunun neresinde görüyorsunuz?

Türk 68 hareketi dışarıdan etkilenmiştir bir açıdan,özellikle latin amerika deneyiminden,üçüncü dünyalı sosyalist dilden etkilenmiştir.Batı 68’inden pek etkilenmemiştir.Öte yandan genel 68’ler tarihi bağlamında kimse Türkiye’yi anmaz,ortalama bir batılı yada latin amerikalı sosyalist Deniz Gezmiş kim bilmez.Türk 68’i lokal bir harekettir o bağlamda…Bazı olumlu istisnalar var ama Türk 68 gençliği milliyetçi-sosyalist bir gençliktir,temel paradigma Kemalzimdir,o dönemin Kürt solcuları üzerinde bile İttihatçı-Kemalist hegemonyayı görmek mümkün.Deniz’ler kendileri zaten kendileirni Kemalist ve milliyetçi diye tanımlıyor,ben bunu dedim,kıyamet koptu,anlamak mümkün değil.Yeni birşey söylemedim yani…


3- Perihan Mağden, kendi gazetemdeki köşe yazarlarını bile okuyamıyorum dedi, siz ne düşünüyorsunuz?

Ben okuyorum.Taraf’ın tüm yazarlarını okurum,Diğer gazetelere de bakarım.

4- Emniyet ve Ordu gibi kurumları eleştirirken hiç çekinmiyor musunuz? Sonuçta zaten maddi zorluklar yaşayan bir gazetedesiniz ve Taraf’ın yarın raflarda olup olmayacağı belli değil gibi duruyor?

Valla kariyerist kaygılarla düşünerek yazmak ahlaksızlık bence.İnsan düşündüğünü belli bir çerçeve içinde yazmalı.TSK daha düzgün bir kurum olsun diye eleştiriyoruz.Her konu öyle.Denetlenen ve eleştirilen değil eleştirilmeyen kurum çürür…Taraf’ın yaşaması lazım,elimizden geleni yapıyoruz.Türkiye toplumunda tüm ezilenler bizleri çok seviyor.Bazı şehirlerde pop-star gibiyiz


5- Bir yazar olarak 30 yıl sonra O’nun yerinde olmak isterim dediğiniz biri var mı?

Ben öyle çok gelecek planlaması yapmayı sevmem,planlama kavramı bana ters zaten.Hayatın hiçbir alanında planlama,kumanda sevmem.Tanri seninle dalga geçsin mi istiyorsun,o zaman plan yap demişler.Haklı bu söz bence…Sevdiğim çok yazar,çok sinemacı var…fikir ve sanat adamı olarak sevdiğim kişiler var…Ama şu olayım diye hiç düşünmedim…


6- Derin Düşünce oluşumundan biraz bahseder misiniz? Nerede duruyorsunuz ve neyi değiştirmeye çalışıyorsunuz?

Derin Düşünce,benim destek verdiğim bir oluşum,kurucusu ben değilim.Mehmet Yılmaz var,oranın baş editörü.Bu toprakların kültürüyle barışık bir özgürlükçü-demokrat dil kurma gayretindeler…Çok haklılar…


7- Türkiye’de azınlıklar hiç olmadıkları kadar gündemdeler. Bu AKP’nin başarısı mı yoksa 2000′lerdeki İslam’ın yükselişi de dahil olmak üzere ülkedeki baskın ideolojiler arasında kaybolmama çabası mı?

Olması gereken bu.İnkar ve asimilasyon politikaları bir yere kadar gider…Bu politikalar ne ahlaka uygun ne de akla…Türkiye artık kabuklarını kırıyor.Kürtler,Aleviler,Dindarlar kimliklerinden utanmadan kamusal,siyasal ve sosyal areada yer almak istiyor.Sonuna kadar haklılar.Gayrimüslim azınlıklar zaten bu topraklarda kelaynak kuşu gibi kaldı.İttihatçı proje “başarılı” oldu,o insanlar kovuldu.Fakat bu “başarı” ahlak,vicdan ve insanlık haysiyetinin düşmanı bir “başarı”…Bedellerini de dış meselelerde yaşıyoruz…

8- İdeolojik yelpazedeki yerinizi nasıl tanımlarsınız?

Ben kendimi liberal-demokrat olarak tanımlıyorum.Karl Popper ve Isaiah Berlin en begendigim iki çağdaş politik filozof…Geriye doğru gidersek John Stuart Mill ve David Hume gelir…ben doktrinal anlamda bir liberal-demokratım…liberalizmin entelektüel spekturumu içinde de bu çizgideyim…Mises,Friedman çizgisinde değilim mesela…O çizgiyi problemli bulurum…Isaiah Berlin’i bu ülkenin okuması lazım,bilinmemesi felaket…Berlin’in antogonistik liberalizm ekolünü benimsiyorum…Bu uzun konu tabii…

Teşekkür ederiz, başarılar.

Sarphan Uzunoğlu…

Altay Öktem Röportajı


Rock’n’roll Edebiyatı’nın ya da Underground Edebiyat’ın son kalesi olarak anılıyorsunuz. Bu tanım sizi ne kadar anlatıyor? Karakalem’i çıkarmak sizin için bahsedilen sıfatların getirdiği bir görev miydi yoksa bir hayal mi?

Altay Öktem: Öncelikle teşekkürler. Bu şekilde anıldığımı bilmiyordum. Türkiye’de tek tipleşmeyi bir iktidar alanı olarak gören merkezi edebiyatın nefes alma şansı tanımadığı birçok yazınsal tür var aslında. Son dönemlerde polisiye biraz kırdı bu baskıyı; bilim kurgu, fantastik, korku hâlâ birkaç genç yazarın kişisel çabalarıyla var olmaya çalışıyor. Underground edebiyatsa bunların içinde en geride kalan, kendini bir türlü kabul ettiremeyen tür.

Karakalem, elbette görev duygusuyla çıkmadı ortaya ama merkezde kendine yer edinemeyen ya da edinmek istemeyen birçok kalem için, akabilecekleri bir mecra oldu. Bu da bir sorumluluğu beraberinde getiriyor elbette. Genç, farklı, kıyıda kalan ama kıyının dili olmayı becerebilmiş herkes kendini ifade edebiliyor Karakalem’de. Böyle bir dergi çıkarmak gibi bir hayalim yoktu ama her koşulda bu dergiyi yaşatmak gibi bir hayalim var şimdi.

S.U: Türkiye’de gençlerin basılı şeyleri geçmişe oranla daha az okuduğu bu dönemde Karakalem gibi bir dergi çıkarıyorsunuz. İnternetin bu kadar geliştiği ve bu kadar çok yazının mailden maile dolaştığı bir dönemde Karakalem’i farklı kılan ne?

A.Ö: İnternet, gençler arasında çok yaygın olsa da basılı yayınların kalıcılığı ve etkisi hâlâ çok yüksek. Karakalem başka bir örneği olmayan, sanatın her alanına el atan ama belli bir konseptin dışına çıkmayan bir çeşit tür dergisi. Ayrıca dergiler, bir yazar kadrosu tarafından oluşturulan, kendi okuruna hitap eden yayınlardır. Yazarıyla okuru arasında belirgin bir mesafe vardır yani. Karakalem’in başarısı, bu mesafeyi ortadan kaldırmış olması. Okur, kendini derginin içinde hissediyor. Zaten öyle!

Tasarımı da farklı, biliyorsunuz. İnternetle haşır neşir olan gençliğe de yabancı olmayan bir tasarımı var Karakalem’in. Sayfaları, gözü web sayfasına, bloğa alışmış bir okura da yabancı gelmiyor.

S.U: Aslında sizin de internetle bağlarınızın çok sıkı olduğunu görüyoruz. Bir yazarın kendi kitlesini yaratması bir yana ailesiyle görüşmesinin bile bu kadar zor olduğu dönemde insanlarla yüz yüze gelebilecek zamanı ya da enerjiyi nerden buluyorsunuz?

A.Ö: Her şey için zaman bulunur, istemek önemli. İnternetle yakın bir ilişkim var ve bu ilişki çok şey kazandırıyor bana. Ayrıca iletişime çok önem veririm. Bana söyleyecek sözü, soracak sorusu olan birine cevap vermemden daha doğal ne olabilir? Böylece hem yoğun bir mail trafiği yaşıyorum hem de yazar, çizer, okur ayrımı yapmadan, denk geldiğinde herkesle vakit geçirebiliyorum. Fazladan bir enerjiye gerek yok aslında, zevk almak önemli.

S.U: Sizdeki bu Janis Joplin sevdası nereden geliyor? Ne zaman güzel ne zaman özgün bir şey olsa onu okuyoruz satırlarınızda.

A.Ö: Onu ben de bilmiyorum. Seviyorum, o kadar! Elbette bir sürü şarkıcı, bir sürü grup var sevdiğim ama Janis Joplin’in yeri ayrı. Sesinin tonu, vurguları, benim yazılarımdaki, şiirlerimdeki tonla akraba gibi. Belki tuhaf bir benzetme ama bana öyle geliyor, benziyor.

S.U: Penguen’de bir yazınızda müzisyenlerin siyasi tavırsızlıklarından duyduğunuz rahatsızlığı dile getirdiniz. Sizce yazarlar ya da müzisyenler bunu var olan düzende tutunmak için mi yapıyorlar, bu sistem onlar için mi işliyor?

A.Ö: Siyasi tavır değil de, politik duruş diyelim buna. Müzisyenin politik duruşu olması gibi bir zorunluluğu yok, elbette ama şunu unutmamak gerekir ki işini iyi yapmak da politik bir tavırdır. Gerektiğinde insanları eğlendirmek de politik bir tavırdır. Benim söylemek istediğim, şarkılarda mesaj verilmesi değil. Hatta tam aksine didaktik yönü olan şarkılar müzikal anlamda çok gelişmiş olmuyor. Hayata doğru yerden bakmak önemli burada. Sadece eğlenmek için de şarkı yapılabilir. Eğlendiren şarkının bile politik bir duruşu olduğunu da unutmamak gerek ama. Ortalığa peçete saçmak, ayakkabıdan şarap içmek de bir eğlenme biçimi. Bu tarz bir eğlenceye zemin hazırlayan şarkı, yanlış bir politik bakışın eseridir. Özellikle şarkı sözlerine bakarsak bu duruşsuzluğun, boşluğun, zafiyetin bütün öğelerine rastlarız.

S.U:Türkiye’de ders kitaplarına şiirleri alınan şairler yavaş yavaş unutuluyor ya da göçüyorlar. Bundan yirmi sene sonra Altay Öktem’in yazdığı bir şiiri ya da yazıyı bir ders kitabında görme ihtimalimiz ya da Türkiye’nin böyle bir türe ve hayat tarzına alışma ihtimali ne sizce?

A.Ö:Yirmi yıl sonra ne olur bilemem ama şu anda girdiğimiz rotaya bakarsak sadece benim değil, bu kuşağın özgün şairlerinin hiçbirinin ders kitaplarına girme ihtimali yok gibi geliyor bana. Ders kitabına girmenin önemli olduğunu da düşünmüyorum ama müfredat bahane burada, önemli olan sorunuzun sonundaki “tür” ve “hayat tarzı” meselesi. Çünkü her şiir topluma bir öneridir. Bu öneriyi kabullenecek toplum henüz yok ufukta. Yirmi yıl sonra olma ihtimali de yok çünkü rotamız da yanlış.

S.U: Kitap okumak farklı bir alışkanlık, her yazar bir başka yazarın yolunu açıyor diğerine. Sizi okuyanlarda hangi ülkenin ya da yazarın eserlerine ilgi doğabilir?

A.Ö: Zaten her yazar, eğer iyi bir yazarsa, okur oluşturur. Başka yazarlara açılma isteği doğurur okurda. Bir tek beni okuyan bir kişi, okur değil “fan”dır. Bu da bir yazar için en tehlikeli şeydir kanımca. Beni okuyanın ilgisi nereye yönelir, tam olarak bir şey söylemek kolay değil ama bestsellerlara yönelmeyecekleri kesin!

Türk E-Dergi adına sonsuz teşekkürler!