16 Haziran 2009 Salı

Yanlış Bir Hayatı Doğru Yaşamak

Yanlış hayat doğru yaşanmaz...

`theodor adorno` amcamızın güzel bir sözü olmasının yanında üstüne ciddi anlamda kafa yorulması gereken bir söz. ahlâkla ilgili konuşmayı hak eden bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. elbette toplum derken bu ülkenin içine sıkışmış olan 70 küsür milyon insandan değil, siz hayata kafa yoran sözlük arılarından bahsediyorum; yoksa "bizde yanlış olmaz." cevabını almak için kimse durup dururken adorno'nun kafa yorduğu bu konu hakkında klavye paralamaz, yazıktır.

aslında her şey doğru formu doğru sürdürmekle ilgili diye düşünebileceğimiz zamanlar geride kaldı. çünkü hayat eskisi kadar düz olmuyor büyüdükçe. bu engebeli hâl kişinin kendisini sorgulayabilmesi açısından büyük bir şans çıkarıyor ortaya.

elbette kişi yaşıyorsa eğer bu hayatında birçok doğru seçim yaptığı anlamına gelmez; ancak yaşamı sürdürebilmek de benim açımdan doğru bir iştir. elbette ölümü seçmek de mümkündür; ancak şu an işin fiziki boyutlarıyla ilgileniyorum. adorno kardeşimizin bana göre bir kuşak üstü olan `walter benjamin` gibi ölümün türleri arasında seçim yaptığını sanarken kurtuluş ihtimalini reddedip doğru hayatı yanlış bitirmek de mümkün.

her şeyi evrende tersiyle düşünüyor insan. ölüm, yaşamla bir. oysa iyi yaşamla kötü yaşamı, iyi ölümle kötü ölümü bir arada düşünmeliyiz. peki yanlış bir yaşamla doğru yaşam arasındaki fark nedir?

yanlış hayatı doğru yaşamak 30 yıl bir ülkede siyaset yapıp 30. yılda her şeyi ne kadar bok ettiğini görüp bir şekilde daha vicdanlı davranmaktır örneğin. doğru hayatı doğru yaşamak da aynı ülkede aynı zamanda kendi isteğinle yararlı işler yapacak nitelikte çalışmış olmaktır.

konuyu siyasete bağlama nedenim açık.

en başından askerlik ve siyaset gibi otorite obsesifi sistemlerin içinde kendine yer etmek için askerse komutanının aşağılamalarına, siyasetçiyse üstünün komplekslerine esir olan tiplerin doğru bir hayat yaşamış olduklarını söylemek tek kelimeyle hıyarlık olur.

biri şeyhin önünde diğeri komutanının önünde eğilir. aslında bu "oğlancı" toplumun genel sonucudur. erkek egemen meslekte yükselmek için de kimi kucaklardan geçmek gerekir. kucaklardan geçip sonra kucağına birilerini aldığın hayat doğru bir hayat olamaz.

köşklerde sana benzeyen, sadece üniforması ve ünvanı farklı olan insanlarla toplanıp aldığın kararlar da senin hayatını doğru yapmaz.

gerçi bizim hayatlarımız doğru ya da yanlış değildir.

bizimkisi olsa olsa "öğretilmiş bir hayatı öğretilere göre yaşamak."

daha yanlışla doğru ayrımına bile varamamışız, ne acı!

not: İTÜ Sözlük için yazılmış bir yazıydı, buraya da koymak istedim.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Selçuk Erdem'le Konuştuk: MİZAHIN SINIRI VİCDANDIR

Ünivers'in Mayıs sayısı için mail kutuma SELÇUK ERDEM röportajı maili düştüğü an soruları hazırlamaya başlamıştım. Selçuk Erdem, alışılmışın aksine SÜLEYMAN DEMİREL (Gadfadır kompleksi) yerine bu sene kuruluş yıldönümünde üniversitemizi (İEÜ) ziyaret etti. Bana da röportajı yapmak düştü.





Sarphan Uzunoğlu : Sizce mizahın sınırları nelerdir ya da bir sınırlama olmalı mı? Danimarka'daki karikatür krizi ve Türkiye'de açılan davalar ekseninde baktığınızda sınırlamalar sizin için ne ifade ediyor?

Selçuk Erdem:Sınırlamayı herkes vicdanında yapmalı. Devletler olarak böyle bir sınır belirlenirse işler çok karışır. Çünkü herkes özgürlük sınırını farklı bir yerden çekiyor. Sağ olsun başbakanamız başka yerden çekiyor, ben başka yerden çekiyorum. En iyisi bunu insanlara bırakmak. Davalar aslında davayı açanların istediğinin aksine rahatsız oldukları şeyleri göz ününe getiriyor; oysa en iyi ceza ilgisizlik.Ben kendi adıma herkesin kendi sınırlarını bilmesinden yanayım.

S.U: Büyük sermayeli medya kuruluşlarıyla işbirliğine nasıl bakıyorsunuz? Sizce böyle bir birliktelik Türkiye'de mizahın ruhuna uyar mı?



S.E:Hiç uymaz. Yıllar öncesinde başladı mizah dergilerinin bağımsızlığı ve bundan bir geriye dönüş imkansız. Şimdiki tüm dergiler bağımsız çizerler tarafından oluşturuluyor. Arada deneyenler oldu; ancak anlaşma sağlanamadı. Reklam, iktidar ilişkiler mizahçılarla şirket arasındaki ilişkiyi zorlaştırıyor. Elbette bu bağımsızlığın getirdiği zorluklar da oluyor. Biz de hayatta kalacak şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.



S.U: Son yıllarda mizah dergilerinin sayıca arttığı ortada. Bu artışın kaliteyi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Sizce bu bir kirlilik mi yaratıyor yoksa nitelikli işler artıyor mu?



S.E: Şu anda bir kirlilik yok; ancak benim lise dönemimde bir tür kirlilik yaşanmıştı. On iki on üç kadar dergi vardı; ama gerekli kaliteyi sağlayacak sayıda iyi çizer yoktu. Şu anda Penguen, Uykusuz ve benzeri birkaç dergi var ve biz karşılıklı besleniyoruz. Yeni çıkan dergiler sayesinde yeni çizerlere yer açılıyor. Bu durumdan mutluyum.



S.U: 2002'den bu yana Penguen'de mizaha devam ediyorsunuz. Geçen 7 yılın ardından Penguen'den gelecek için beklentileriniz ve geleceğe dair planlarınız neler?



S.E:Mizah dergileri sürekli olarak kendilerini yenilemeliler. Yenilemeyenler de ömürlerinin sonuna geliyorlar. Biz de bu yenilenmeyi sağlamayı deniyoruz. Gençler arıyoruz mizah için. Aslında biz de genciz; ama türkiye'de işler biraz farklı yürüyor. On sekiz yaşında başlıyoruz ve otuz beş yaşımıza geldiğimizde yaşlanmış sayılıyoruz. Dergilerin yeni çizerlerle bakış açısını da yenilemesi önemli. Her kapakta yeni bir numara deniyoruz, yeni bir şeyler arıyoruz.



S.U:Türkiye'de mizah 2000'lerle beraber yeni bir kitle yarattı ve mizahçı olmak isteyenlerin sayısı artı. Buradan karikatüristlik ya da mizahla uğraşmak isteyenlere bir öneriniz olabilir mi?



S.E:Kaçın kurtarın kendinizi... Tabi bu işin şakası. Ben öneriyorum elbette. Çok zevkli bir iş. Zorlukları var; ama Türkiye genel olarak istikrarsız bir ülke bildiğiniz gibi krizler nedeniyle falan...



S.U: Mizahın içinde olduğunuz süre içerisinde sansür ve baskıyla en çok hangi dönemde karşılaştınız? Baskılar ve davalar sizin üstünüzde gibi bir etki yaratıyor?



S.E: Ben yaş olarak aslında şu ana kadar böyle büyük bir baskıyla karşılaşmadım.Bugüne kadar çok büyük baskılar olmadı. Davalar olmuş olsa da Erdoğan'ın döneminde olduğu kadar olmadı. Kültür Bakanı da kendisi de bize davalar açtı; ama bu sanırım Türkiye'de mizah tarihinde doğal olarak var olan bir durum. Biz bunu kendi içimizde çok büyük baskı olarak görmüyoruz. Üstünde konuşup bunun bizim kafamızda yer etmesini, otosansüre neden olmasını istemiyoruz. Dava açılır mı açılmaz mı diye düşünmüyoruz. İçimizden geldiği gibi devam ediyoruz.