1 Kasım 2008 Cumartesi

Hindiba Röportajı

Hindiba ile yaptığım son röportaj:


Bize Hindiba'dan bahseder misiniz? Grup üyelerinden ve grubun üyelerin hayatındaki yerinden? Müzik dışında uğraştığı işler var mı üyelerin?

Zaman hepimizi dize getirir gibi olur bazen.. Ama sonra yine bir şeyler kıpırdanır içimizde, ve yine ayaklanır, duramayız yerimizde..


Hindiba, sıkışık düzenlerinde müzik yapmak adına hayatlarında kocaman bir yer açan dört insanın oluşumudur.

2006 yılında Genç Osman Yavaş (Vokal), Kürşad Ünügür (Davul) ve Kemal Arkan (Bas gitar) bir araya gelerek müzik yapmaya başladık.

O dönemde müziğimizde bir süre eksikliğini duyduğumuz ama ne olduğunu tanımlayamadığımız bir şey, bugünkü gitaristimiz olan Kubilay Özvardar’ın gelişiyle fazlasıyla giderildi. Böylelikle müzik yolculuğumuz, uzun süreli bir ev provaları döneminden sonra, geçen senenin sonlarına doğru Hindiba ismiyle başlamış oldu...

İdealler ve müziğin dışındaki hayata gelince:

Yirmisinde grup kurup bütün hayatı ona endeksli olarak yaşayacağımız yaşı hepimiz geçtik. Grupta bir baba, bir de baba adayımız var.. Hindiba üyeleri de nerdeyse herkes gibi hayatlarını sürdürmek zorunda.

Bir müzik grubu, kuruluşundan itibaren, üyeleri tarafından gelir kaynağı olarak görülürse, o müzik ve o ruh, kirlenmeye mahkumdur. Haftanın beş günü sahne alan gruplar üzerindeki etkisini hep gördük.. Haftada bir ya da iki kere bir barda sahne almak fazlasıyla yeterli gibi.

Belki zaman herkesi ve her şeyi kirletiyordur ama bu idealistliğin hayata geçirilmiş adı ‘bir ‘hayatta kalma’ ve mümkün olduğunca ‘bu süreci uzatma’ savaşı, yani temiz kalma çabasıdır. Hindiba üyelerin bunu zevk için yapıyor olmasıyla, grup dış etkenlerin olumsuz etkisinden sıyrılıp, sadece müzikal olarak haz alan bir oluşum olarak kalmaya devam edebiliyor.



Hindiba'nın Türk Rock Müziği'ndeki duruşu nedir? İlk bakışta sade bir biçimde derdini anlatan popülerliğe değil de müzikal tatmine ulaşmaya çalışan bir grup gibisiniz. Bir albüm projesi var mı ve bu Hindiba'nın duruşunu değiştirir mi?


Hindiba’nın türk rock müziği içinde bir duruşu, bir iddiası var mıdır? Her şeyden önce Rock müziği kelimesi nedense literatürümüze tam oturmuyormuşçasına emanet durur. Kökeni zaten batıdan olan bu müziğe onların enstrümanlarıylakendimizden katık yapınca da buna Sentez, Rock, Anadolu Rock gibi isimler veriyoruz. Neden? İsim verme gerekliliğinden. Tek neden bu. Her şey bir hitap edebilme, bir çağırabilme şekline sokulmaya çalışılıyor. Bu şekilde işleyen zaten sistemin kendisi, ne kadar asi ve hür olduğunuzu iddia etseniz de, isminizin bilinmesi ya da fikirlerinizi duyurabilmeniz için şu ya da bu şekilde fişlenebilmeniz gerekiyor, bunun için de bir isme ihtiyaç duyarsınız. ya da şarkıcı ve müzisyen Prince gibi, adınız yerine bir işaret koyarsınız ama DJ’ ve VJ’ler onu yine de ‘Prince’ olarak anons etmek zorundadır.. Demek ki bazen bazı şeylerin bir kaçarı yoktur, yol budur ve ne kadar direnseniz de, yine oradan geçmek durumundasınızdır.

Matematik formülleri gibi müzik formülleri yazan ve bunda başarılı olan insanlar var. Hindiba’nın matematik ve formüllerle arası yok, bu, grupta mühendis olmamasından da kaynaklanabilir.. Burada şarkılar duyguyla yoğruluyor, hesap kitapla değil. Grubun ne olağan üstü sert bir tavır merakı, ne de piyasa madarası olmaya razı bir durumu var. Bizim türk rock müziği içindeki duruşumuz demekten ziyade, şarkıların toplamındaki ruh hali duruşumuzu belirliyor demek daha doğru sanki.. Bu da yapılacak olan her albümle birlikte bir nebze değişkenlik gösterebilir ama müziğe bakış açısını ve yaklaşımı değiştirmez... Sonuçta albüm, bir dönemdeki yaşamışlıkla, yaşananla ilgilidir.. 


Şarkı sözlerini kim ya da kimler yazıyor ya da şarkıların oluşum aşaması nasıl?


Grupta şarkıları Genç yazıyor. Elde halihazırda ilhamın gelmesini bekleyip de geldiği hiç görülmemiş, duyulmamış. Hep ansızın gelmişler. Kimi zaman bölük pörçük, henüz deşifre edilmemiş ve bütünü seçilemeyen bir resim gibi, bazen de girişi, kıtası, nakaratı, ara bölümü ve bitişiyle, dört dörtlük bir paket halinde uğrarlar, ya da inerler mi demek gerek..?

Sonrasıysa grubun insafına kalmıştır.

Şarkı bu diyerek herkes kollarını sıvar ve hamuru yoğurmaya başlarız.. Uzar, kısalır, sertleşir, yumuşar.. Elbette şarkı Genç’in hayalindekinden çok uzaklaştığında, kimi zaman acil durum frenine bastığı oluyor.. Ama bu esnada birbirinden farklı kişilerin oluşu bir tat verirken de, herkes ister istemez şarkıyı kendi beğenileri doğrultusunda ‘doğrultmaya’ çalışıyor..



Dört olgun adamdan söz ediyoruz. Çoğu insanın "Oldum ben!" dediği yaşta bir bütünün parçası olması zordur. Üyeler arasında beğeni ve hayata bakış bakımından benzerlik ya da farklılıklar var mı? Bu sizi nasıl etkiliyor?

Aramızdaki en zorlu kişi, her türlü anket ve oylama sonucu hep aynı kişi olacaktır: Kürşad.. . Elbette şimdi şeceresini çıkarmayacağız ama kimi zaman, ilk bakışta pek de umut vermeyen bir beste, bu adamın inatlaşması sayesinde de bambaşka, iyi yerlere gelebiliyor. Ters tepme olasılığı da aynı oranda mümkün tabi. Bunlar ‘oldum ben’in faydaları ve zararları işte.

Herkesin farklı ve oturmuş bir kişiliğe sahip olması sorundan ziyade, renklilik sağlıyor..

Kubilay’ın gitar elindeyken kendini frenleme sorunları yaşaması, hepimizce bilinen bir gerçektir ve ama arıtılmış halin bize enerji olarak geri döndüğünü biliriz, Kemal’in grupta belki herkesten biraz daha farklı olmasıyla, duygusallığını ve uyumunu bas gitara da aktarabiliyor olması, müziğimizi etkileyen nedenlerden bazıları.

Oldum Ben’in ‘kötü tarafı’ oturmuş bir kişilikse, iyi tarafı da, olgunluğu, dolayısıyla hoş görüsüdür. Bir grubun sağlıklı şekilde işler olması, birbirini anlamaya çalışmakla alakalıdır.

Kişisel egolar tavan yaptıkça, grup da yerlerde sürünür.

Bu durumun grup içindeki olumsuzluğu, dışarıya da yansır. Hindiba bunu çok iyi dengelemiş durumda. Ortada sessiz bir anlaşma varmışçasına herkes kendine bir sınır koymuş ve belirlediği bu çizgi, yanındakine zarar vermeyen bir yerlerde. Sonuç olarak beğenileri de dahil olmak üzere, herkes herkesten farklıdır. Kimsenin kimseye benzemeye niyeti de yok.. Şahsına münhasır zatlar topluluğun birbiriyle ahengi... ve bunların müziğin üzerindeki olumlu veya olumsuz etkisi.. Ve hepsine de gereksinimiz var..



Hindiba müziğe ve Türkiye'ye nasıl bakıyor? Siz sahneye ayrı ayrı yerlerde de olsa çıktığınızdan beri çaldığınız seyirci profilinde bir değişim var mı?

Müzik açısından çok zengin bir ülke. Memleket olarak daha da zengin bir ülke.. Gelen giden herkes bir şeyler aldı, kopardı, yıktı, kırdı, döktü, sattı, harcadı vs.. Haberlere fazlaca daldığınızda ardı gelmeyen bir felaketler zinciri silsilesi, kaosun hakim olduğu ve bir çok adaletsizliğin yaşandığı bir ülke. Beyaz perdede her gün şahit olduğumuz onursuz insanlara karşı bir temiz kalma ayini, mutlu olma çabasıdır Hindiba.

Ve bu dönemde en azından müzikle bu kaostan biraz uzaklaşma isteği duyarak şarkılarımızda siyasi içerik bulmak zor. Eski şarkılar var, hiç kullanılmamış olan, onlarda siyasi içerik daha çok olurdu. Belki bu, ülkede olup bitenlerin daha anlaşılır, daha işin içinden çıkılacak gibi görünmesindendi. Yoksa var mıdır Kaos’un bir tarifi, bir açılımı?

Yeni dönemdeki besteler genelde insan ilişkileri ve aşk, mutluluğun arayışı, toplum içindeki bireysel yalnızlık, içi boş vaatler ve hastalıklı davranışlarla ilgili.



İnternetle ilginiz hangi düzeyde? Myspace'e nasıl bakıyorsunuz? Sizce müzik grupları için süper bir tanıtım aracı mı yoksa nafile bir tutunma çabası mı?


Çoğumuzun bilgisayarla, dolayısıyla internetle arası çok iyi. Veletken, interneti olan adamı parmakla gösterirlerdi ve 512 kilobaytlık, yanı yarım megabaytlık hafıza kartları, bir el büyüklüğündeydi. Şimdi her şey ufalıyor, dünyanın bilgisi minicik bir aletin içinde, cebe girdi. Hızla geliştiği için bazı önlemler de zamanında alınamadı tabi. Elbette korsandan bahsediyoruz. Çağın hastalığı gibi görünse de, çok tartışılan, kimilerce desteklendiği kadar, kimileri tarafından yerden yere vurulan garip bir nimet gözüyle de bakıldı..

Myspace.. artık kim gidip albüm satın alır?

Albüm satışların durması, sadece İnternet yüzünden mi? Tartışılır.. Son yıllarda müzik tüm dünyada sadece tekrarlardan ibaretti. Yeni şarkılar yazılmadı ve garip bir kısır döngüye girildi.. Çaresizce eskileri evirip çevirerek bize tekrar tekrar ısıtıp sunarken, albüm satın alma alışkanlığımızı da kaybettirdiler. Hele Türkiye’de, en azından pop müziği adına gerçekten ucuz işler yapıldı ve ilk defa bunun meyvesini yiyemediler. İyi tarafından bakmak gerek, bunlar hep bilinçlenme ve değişim göstergesidir.. Tabi bu sayede Elektronik müziğe ve Rock müziğine gereken ortamı kendi elleriyle hazırlamış oldular. Plak şirketlerin çoğunda yaşanan bu çöküş, internet bu denli hızlı gelişmese bile, kaçınılmazdı sanki.

Elbette, artan imkanlar doğrultusunda ‘müziksel çöp’ler de çoğaldı, ortada ayıklanması mümkün olmayan bir ses kirliliği yok değil.. Ama başka yollarla keşfetmeniz neredeyse imkansız olan müziklere ulaşabilme olarak bakıldığında, internetin bir sınırı yok.. Sonsuz bir kaynak.

Bir başka taraftan bakıldığında, çok fazla kişinin emeği ve hakkı yeniliyor.. Peki telif haklarına ne oldu? Türkiye telif hakkını daha yeni öğrenirken, devlet yıllarca herkesin refahı için bu sistemi oturtmayıp korsana bırakırken, şimdi bu konuda yavaş yavaş bir takım adımlar atma çabasında.. ve derken, internet hızlandı ve sistemlerini çoktan oturtmuş olan ülkeler bile bir tıkla anında çalmaya başlayan şarkılara karşı çare bulamadılar..

Bazen teknoloji çığ gibi üzerinize düşer, içinde boğulursunuz. Şu an her şeyin bize sunulduğu bir dönemdeyiz.. Zamanla herkes sakinleşip, daha seçici davranacaktır.

Albüm dönemi tüm dünyada kapanırken, sahne performans dönemine geçiş yapılıyor.. Esas eğlence, internetin tüm nimetlerine rağmen hala dışarılarda bir yerlerde.. Bu yüzden de konserlerin yeri hala vazgeçilmez, ve umarız, böyle de kalır...



Grupta bir frontman durumu var mı? Çünkü vokalleri Genç Osman Yavaş üstleniyor ve bugünlerde rock dinlemeye başlayan yeni nesil bile kendisini kolayca keşfedip üstüne yok diyebiliyor.

Grupta öne itilen, önde duran, ileriye atılan, özellikle seyirciye yem yapılan kimse yok. Gözler, ne diyor sorusuyla genelde soliste takıldığından bir frontman durumu meydana geliyorsa, o zaman evet, bir frontman’imiz var. Bunun dışında Hindiba bir çok grup gibi, bir solist, gitarcı, basçı ve davulcu’dan oluşuyor.

Genç Osman’ın Mavisakal döneminde de Frontman’lik bir durumu yoktu.. Adam şovların adamı değil.. Daha sakin, müziği ve şarkı söylemeyi seviyor, hepsi bu.. ve zamanında Kaan Altan’ı tanımış olması gibi iki üç neden bir araya gelince, kimi çevrelerde yorumu beğenildi ve tanındı..

İnternet’de Genç’in Mavisakal döneminden kalma yorumculuğu’yla ilgili bir sürü güzel yorum bulmak hala daha mümkün.. Ve bu da, şimdi yeni bir grupla yola koyulmak için oldukça iyi bir artı gibi görünüyor..



Bir de özel bir sorum olacak. Çoğunuz benim doğduğum yıldan bu yana (1988) müzik yapıyorsunuz. Rock müzikten çok insan ekmek yiyor artık; ama Hindiba bu işin bu yanında değil gibi görünüyor. Bu duruşu kime borçlusunuz ya da bu keşfedilmemişlik hissi mi yaratıyor sizde? İçinde yaşadığınız kültüre mi yoksa henüz bir prodüktörün paragöz emellerine alet olmayışınıza mı bağlayalım bunu?


Türkiye’de bir zamanlar dünyada rock müziği yokmuş gibi bir hava eserken ve insanlar haftada bir gece yarıları yayınlanan bir iki kısa programla yetinirken, son yıllarda bu müziğin varolan ve yeraltında yaşayan kitlesi, nihayet gün ışığına çıktı. Esas tuhaf olan, ‘pop’un ölümü’yle’ popülerliği de ele geçirmesi. Şu anda iki cephe var. Biri Elektronik müzik, diğeri Rock müziği. Gerçekleşmesi zor bir durum da olsa, burası bir zamanlar Sanat Müziği ve Arabesk dışında nerdeyse seçenek barındırmayan Türkiye’de, şu anda rock müziği hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış durumda. Bizim dönemden olanlar için bu inanılması güç bir ortam. Bu popülerlik, dinleyicisiyle eş zamanlı olarak rock grupları sayısındaki artışı da sağladı. Bir çok ‘bu pastadan bizde payımızı alalım’ grubu gördük.. Aynı zamanda, çoktan ortaya çıkması gereken, böylece doğru ortamı bulan kişi ve gruplar da belirdi. İyi ya da kötü, seçenekler öyle çoğaldı ki, dinleyicilerin çoğu bir yerlerde hep aradığı o müziği sonunda bulabildi.


Şimdilik bir prodüktör ya da bir plak şirketiyle anlaşma yoluna gitmekten ziyade, müzik ortamlarında biraz ismimizi duyurmak, provalarda kendi kendimize çaldığımız o şarkıları artık başkalarıyla paylaşma yoluna gitmek istiyoruz.

Kimileri müziğimizde samimiyiz gibi ifadelere kullanıyor. Bunlar ‘pastadan payımızı alalım’ kesimidir ve elbette, piyasanın ‘şenlenmesi’ ve ‘renklenmesi’ için gereklidir... Ama bize göre samimiyetten ziyade idealistliktir müziğe yakışan. Belki de insana yakışan demeli.. Kimse ruhunu kimselere satmamalı, ekmeğini taştan çıkarmalı, yine satmamalı...

Bir anlaşma yapabilirsin, ama ruhunu satmamalısın.


Üç konser sonrasında popülerlik ve keşfedilmişlik hakkında konuşmak için henüz erken. Zamanın kime ne getireceği, kimden ne götüreceği belli olmayacağından, ortaya çıkıp büyük büyük konuşmaktansa, ufak ufak kendi içimizde eğlenmeye bakarak grubun bizi nerelere götüreceğini zamana bırakmak istiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder